Zayıflığın Zorbalığı
Bugün
her yerde zayıflıkla karşılaşıyoruz. Zayıfız ya da sanki farklı görünmekten
korktuğumuz için böyle davranıyoruz.,
Artık
kendine güvenmek; kendisi ya da başkaları veya başka şeyler hakkında bilgi
sahibi olmak modaya uygun değil. Eski moda, çoğu zaman da zevksizlik olarak
görülüyor. Artık birşeyleri iyi yapmak için çaba harcamıyoruz ve bununla demek
istediğim yapmayı seçtiğimiz şeylerin hiç bir maliyeti olmaması
gerektiğine inanıyoruz. Mantığa aykırı ve üstünkörü bir şekilde,
ayrıntılara dikkat göstermeden yapıyoruz. Elbette bu zayıflıkla tamamen
övünmüyoruz, ama bunu arkasına gizlenecek bir tür siper olarak kullanıyoruz.
Böylece
hızla yayılan bu yeni mitin köleleri haline geliyoruz. Burada yapmak
istediğimiz -zayıflığın kılık değiştirmiş halinden başka bir şey olamayan-
“iktidar” hakkında konuşmak değil, fakat daha ziyade bu durumu açıklığa
kavuşturmaktır. Bu, değerlerin tahrip edilmesi ve hem yaşamak hem de
düşmanlarımıza saldırmak üzere elde etmememiz gereken araçların çarpıtılması
meselesidir. Bugünün hakim modeli kaybedendir; vazgeçmek, mücadeleyi terk etmek
ya da sadece hız kesmektir. Bu eğilimin sürmesini görmekte iktidar yapısı her
türlü çıkara sahiptir. Neredeyse hiç bir surette düşünmüyor ve yetersiz akıl
yürütüyoruz, çeşitli bilgilendirme kanallarından çıkan mesajlara pasif bir
şekilde boyun eğiyoruz. Tepki göstermiyoruz.
Budala
ile pul koleksiyoncusunun ortasında bulunan bir kişilik inşa ediyoruz. Çok az
anlıyor, yine de çok fazla biliyoruz: yararsız dağınık şeyler kalabalığı, cep
ansiklopedisi bilgisi.
Bir
aptal ya da cahil olmaya, kaybedenler olmaya hakkımız olduğuna inandırılıyoruz.
İktidarın
mantığına ait olan verimli bir model olarak düşünülen verimliliği hasmımıza
terk ettik. Ve bu doğruydu, kaçınılmazdı bir kere. Eğer bu sınıf düşmanına zarar verme sorusu
olsaydı işe devamsızlık ve çalışmaya karşı olmak haklı olurdu. Fakat artık bu
davranışı içimize attık ve oyuna geri dönmek isteyen bizim düşmanımız.
Hatta kendimize ve istediğimiz şeylere rağmen pes ettik.
Ve
böylece doğu felsefesini yakalayan kelebeğe, alterrnatif ürünlere ve düşünme
biçimlerine, çok az yararı olan ve keskinliğini kaybetmiş şeylere döndük
yüzlerimizi. Dişlerimizin dökülmesini beklemek yerine, bizzat kendimiz teker
teker söküyoruz onları. Artık mutlu ve dişsiziz.
İktidarın
laboratuvarları bizler için yeni vazgeçiş modelleri programlıyor. Sadece bizler
için tabii ki. Kazanan azınlık için, model hâlâ saldırganlık ve fetihtir. Artık
isyanlarda ve kontrol altına alınamayan başkaldırılarda başıboş kalmasına izin
verilen kanlı, zorlu barbarlar değiliz. Hiçbir şeyin felsefecilerine, eylem
şüphecilerine, yılgına, züppeye dönüştük. Dilimizi ve beynimizi
büzüştürdüklerini hâlâ idrak edemedik. Artık başkalarıyla iletişim kurmak için
herhangi bir şeyi zar zor yazıyoruz. Artık zar zor konuşuyoruz.
Televizyondan ve sporun bayağılıklarından, iletişimi kolaylaştırıyor gibi
görünürken gerçekte alçaltan ve hadım eden
baraka-tarzı gazetecilikten yapılmış güdük bir lisanla kendimizi ifade
ediyoruz.
Fakat
daha beteri hâlâ daha fazla birşey yapmak yönünde herhangi bir çaba
sarfetmiyoruz. Kendi sorumluluğumuzu Üstlenmiyoruz. Çok kısa zamanlarda, fazla
okumayıp çok az şey yapıyoruz. Bir miting, bir eylem burada ve orada ve biz
yere kapandık, geberdik. Öte yandan saatlerimizi içerikten yoksun müzikleri,
anlamadığımız dillerdeki şarkıları, fabrikayı, yarış arabalarını ve
motosikletleri taklit eden
gürültüleri (anlamadan) dinleyerek harcadık. Kendimizi doğaya (artık ondan
geriye ne kaldıysa) tefekküre dalarak kaybetsek bile gerçekte yürüyüşe
çıkmıyoruz, fakat bu yürüyüş bize nüfuz ediyor. Kapitalizmin (yeni alternatif
biçimi, elbette, önceki geçmiş biçiminden daha da kötü) bir duraklamadan sonra
gerçeği söylediği ekolojik ya da naturalist modellerine, bayağılığa razı
oluyoruz. Ama basitçe tefekküre dalmayı değil bağlılığı ve güçlü olmayı,
saldırıyı ve mücadeleyi talep eden
doğa ile gerçek bir ilişki kurma hakkında hiçbir deneyimimiz yok.
Ve
sakın bana kapitalistlerin saldırgan davranışlarına karşılık olarak ılımlı
davranışlar geliştirmemiz gerektiğinden bahsetmeyin. Sermayenin ifade ettiği ya
da Paris - Dakar
yarışının katılımcılarının saldırganlığının ne olduğunu mükemmelen biliyorum.
Benim bahsettiğim bu değil. Gerçekten her türlü saldırganlığı kastetmiyorum.
Sözcükler yanıltıyor olabilir. Benim kastettiğim, gemi alev alev yanıp giderken
kişinin zamanını boşa harcamak yerine eylem yapmasının zorunlu olduğudur.
Geniş
kapsamlı değişikliklerin vuku bulduğuna ikna olduk veya olmadık. Ancak
kapitalizm ve iktidar şimdiki hayatlarımızı altüst edecek, kim bilir kaç
on yıl sürecek bir dönüşüm geçiriyor. Eğer buna derinlemesine bir şekilde ikna
olmazsak, o zaman rüyalarımızdaki kelebekleri, budizmin mitlerini, homeopatik
ilaçları[1], Zen felsefesini, kaçış edebiyatını, sporu ya da bizi gramerden ve
dilden makbul bir uzaklığa yerleştiren her ne ile eğleniyorsak onu yakalamaya
devam edebiliriz.
Fakat eğer ilk varsayıma ikna
olursak, bizi kölelere dönüştürmeye kararlı bir projenin, prensipte
zincirlerimizi görme ihtimalinden bile yoksun bırakacak bir kültürel kölelik
projesinin yürürlükte olduğuna ikna olmuşsak, o zaman müsamahaya veya
mücadeleyi bırakma ya da engelleme eğilimine artık tahammül gösteremeyiz. Ve
burada söylediklerimizin yalnızca arkalarında zaten devrimci bağları olan
yoldaşlar için geçerli olduğu sanılmamalı ve şimdi yeşiller, turuncular,
budistler ya da bu tür başka sürülerin içinde huzurlu bir şekilde otlayanlar
için de geçerli. Kendilerinin hâlâ devrimci olduklarını fakat gün be gün
fiziksel ve zihinsel bir kirlenmenin ilerlemesinin trajedisini yaşadıklarını
düşünenlerden de bahsediyoruz.
Bu
basit bir eylem çağrısı değil. Mezarlıklar bu tür çağrılarla dolu. Kapitalizmin
laboratuvarlarında üzerine çalışılan şimdi mükemmel olması için uygulanan bir
proje hakkında konuşuyoruz. Mücadele etme kapasitemizden yavaş yavaş ve acısız
bir şekilde bizi uzaklaştırmayı hedefliyor. Bu proje sermayenin derinlemesine
bir biçimde yeniden yapılanmasıyla el ele gidiyor. Bizimki gönüllülükle ya da
anlamsız bir çığlığı sevip sevmemenizle ilgili bir çağrı değil. Bunun, sınırlı
ve tahmini de olsa, etrafımızdaki dünyanın geçirdiği derin değişimleri anlamaya
ufak bir katkı olmasını umarız.
Javiera
Hernandez
--------------------------------------------------------------------------------
[1]
Homeopatik ilaçlar, bitki, mineral ve hayvansal maddelerin minimum dozda su ile
seyreltilerek hazırlanmasıdır. Homeopati; vücudun kendi kendini tedavi edici
yanıtlarının uyarılmasıyla vücudun kendi kendini iyileştirmesinin sağlandığı,
herhangi bir kontrendikasyonu (kullanılmaması gereken durum) veya yan etkisi
bulunmayan, doğal bir alternatif tıbbi tedavi şeklidir. Homeopatide kullanılan
ilaçlar vücudun dengeleme mekanizmasını harekete geçirerek; semptomların
çıkmasına neden olan kaynakları bertaraf eder ve bu sayede kendini iyileştirir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder