18 Mayıs 2014 Pazar

Hayırseverliğe Karşı

Feral Faun

Amerika Birleşik Devletleri’ndeki bir çok şehirde, anarşistler “Bomba Değil Yemek” etkinliklerini örgütlemektedir. Bu projelerin örgütleyicileri, hiç kimsenin aç kalmaması gerektiği için yiyeceğin parasız olması gerektiğini anlatacaklardır. Kuşkusuz güzel bir histir...ve öyle bir fikirdir ki anarşistler hayırseverliğe başlayarak Hıristiyanlar, hippiler veya solcu liberaller gibi yanıt verirler.

“Bomba Değil Yemek” bununla birlikte farklıysa ne söylenecektir: Örgütleyicileri tarafından kullanılan karar verme aşaması hiyerarşisizdir. Hükümet veya şirket ödenekleri almazlar. Bir çok şehirde, yemeklerini tutuklanma riski taşıyan bir sivil itaatsizlik eylemi olarak dağıtırlar. Açıkça, "Bomba Değil Yemek" büyük ölçekli hayırsever bir bürokrasi değildir; aslında, çoğu kez “kayan bir ayakkabı” uğraşıdır...ama bu hayırseverliktir – ve bu kendi anarşist örgütleyiciler tarafından asla sorgulanmamaktadır.
Hayırseverlikler her hangi bir ekonomik sosyal sistemin zorunlu bir parçasıdır. Ekonomi tarafından empoze edilen kıtlık bazı insanların en temel ihtiyaçlarını karşılayamadığı bir durum yaratır. Yüksek bir biçimde gelişmiş sosyal refah programları olan uluslarda bile, sistem içindeki çatlakların peşine düşenler vardır. Hayırseverlikler, devletin refah programına karşı olamayacak şekilde “halatı boşa alırlar”.  “Bomba Değil Yemek” benzeri gruplar, bu nedenle fakirin kendi yaratımları olmayan programların üzerindeki bağımlılıklarını sağlamlaştırarak sosyal düzeni sürdürmeye yardımcı olan gönüllü bir işgücüdür.

Yakınlık ilişkileri ile kullanılan karar verme aşaması ne kadar hiyerarşisiz olursa olsun her zaman otoriterdir. Programın örgütleyicileri Hayırseverlikten yararlananların insafındadırlar, böylelikle bu ilişkide kendi terimleriyle hareket etmekte özgür değildirler. Bu birinin hayırseverliği kabul etmek zorunda olduğu gibi küçük düşüren bir biçimde görülebilir. “Bomba Değil Yemek” gibi hayırsever yemekleri, herkesin adil bir pay aldığından emin olmak isteyen bazı gönüllüler tarafından dağıtılan nicelikte kendi seçimleri dışında yemekler için zamanında o yere varmak ve sırada durmak amacıyla bundan yararlananlara gereksinim duyar.  Elbette, bu, aç kalmaktan iyidir, fakat utandırma durumu en azından birinin istediği zaman yiyeceği yemek için bir bakkalda para ödeme sırasını beklemek kadar büyüktür. Böyle bir utanmayla geliştirdiğimiz uyuşukluk –bazı anarşistlerin sanki başka seçenekleri yokmuşçasına, yiyeceğe ödemekten kaçınmak amacıyla her gün hayırsever yemek yardımlarında yemeyi seçecekleri durum vasıtasıyla açığa vurulmakta olan uyuşma – toplumumuzun böyle utandıran etkileşimlerle nüfuz ettiği boyutu göstermektedir.  Hala, birileri, anarşistlerin böyle etkileşimleri, toplum tarafından empoze edilmiş utanma duygusunu yok etmek için farklı türde etkileşimler yaratmaya çabalayacaklarını ve böyle yapmak için kendi güçleri içerisinde yattığı kadarıyla reddedebileceklerini düşünebilir. Aksine, bir çoğu bu utanma duygusunu sağlamlaştıran programları yaratır. 


Fakat birinin çok iyi bildiği bir yoksulluktan muzdarip olan başka biri için empati duymanın ne anlamı var; diğerleriyle yemek paylaşma arzusunun ne önemi var? "Bomba Değil Yemek" benzeri programlar empatiyi ifade etmez, merhameti eder. Yemeği dağıtmak paylaşmak değildir; bu “bağışcı” ve “yararlanan” sosyal roller arasındaki hiyerarşik ve kişisel olmayan bir ilişkidir. Hayal gücünün eksikliği, anarşistleri zaten var olanlarla paralel olan kurumları yaratan Hıristiyanlar ve liberallerle aynı biçimde açlık probleminin (çoğu için soyut bir sorun olan) üstesinden gelme çalışmalarına yöneltmiştir. Anarşistlerin doğal olarak otoriter olan bir görevi yerine getirmeye teşebbüs etmesinin piş bir iş yaptıklarının düşünülmesi gibi ..buna dair hiçbir yanılsamaları olmayanlar neden hayırseverlik işi yapar? Anarşistler, bağımlılık yerine kendini belirlemeyi ve merhamet yerine uyumu teşvik eden yollar aramalıdırlar.  

“Bomba Değil Yemek”te anarşist olan hiçbir şey yoktur. İsmi bile otoritelere yönelik bir taleptir. Bu, örgütleyicilerinin sık sık sivil itaatsizliği kullanmalarının sebebidir – bu iktidardakilerin fakiri doyurmaları ve barınmalarını sağlaması için vicdanlarını okşama girişimidir. Bu programda kendi kendini belirlemeyi teşvik eden hiçbir şey yoktur. Bundan faydalananların bu rolü reddetmelerini ve istediklerini ve ihtiyaçlarını kuralları takip etmeden almaya başlamalarını teşvik eden hiçbir şey yoktur. "Bomba Değil Yemek", tüm diğer hayırseverlikler gibi, bundan faydalananları kendi yaşamlarının aktif yaratıcıları haline gelmesi yerine pasif alıcılar olarak kalmasını özendirir. Hayırseverliğin olduğu şeyi kabul etmek: tamamen yaşayabilmek için yok edilmek zorunda olunan ekonomikleştirilmiş varlığımızdaki öz ve kurumsallaştırılmış utanmanın başka bir görünümüdür.

14 Mayıs 2014 Çarşamba

İsyankar Eylem Ve Mücadelenin Kendi Kendine Örgütlenmesi

Sasha K.

Anarşistler için, nasıl eyleneceği ve nasıl örgütleneceği birbiriyle derinlemesine bağlantılıdır. Ve bize, varolan anarşizmin çeşitli biçimlerinin kavrayışı için en kullanışlı metotları sağlayan gelecekteki bir toplumun arzu edilen biçiminin sorgulanması değil bu iki sorudur. İsyankâr anarşizm, isyankâr anarşistler tek bir blok oluşturmasalar da, fakat kendi perspektiflerinde aşırı derecede çeşitli olmakla beraber bu biçimlerden biridir. İsyankâr anarşizm sosyal sorunlara ideolojik bir çözüm, ideolojilerin ve fikirlerin kapitalist pazarındaki bir mal değil, arttırılması için analiz ve tartışma gerektiren kapitalizmin sürekliliğine ve devletin tahakkümüne bir son vermeye yöneltilmiş süregelen bir pratiktir. Tarihsel olarak, toplumun devleti arkasında bırakacak bir noktaya evirileceğine inanmış olanlar hariç çoğu anarşist, isyankar aktivitenin bazı çeşitlerinin toplumun radikal olarak dönüştürülmesinin zorunlu olduğuna inanmışlardır. Daha açık söylersek, bu devletin sömürülmüş ve dışlanmış tarafından varlığının vurup yıkılması gerektiği, o yüzden anarşistler saldırmak zorundadır anlamına gelmektedir: devletin yok olmasını beklemek yenilgidir.

Bazı isyankâr anarşistlerin bu genel problemi yaşadığını bazı saklı anlamları ayrıntılarıyla izah edeceğim: eğer devlet kendisi yok olmayacaksa, onun varlığına nasıl son vereceğiz? İsyankâr anarşizm esasen pratiktir ve saldırının örgütlenmesine odaklanır (isyankâr anarşistler örgütlenmeye karşı değildir fakat devlete ve sermayeye saldıran eylemleri engelleyebilen örgütlenme biçimlerinin tenkitçileridirler). O yüzden, "isyankâr" sıfatı geleceğin belirli bir modelini imlemez. Dünyayı tahakkümün ve sömürünün kurumlarından kurtarmanın isyankâr sürecinden geçmek zorunda olduğumuza inanan anarşistler, ayrıca, gelecekteki bir toplum yapısı hakkındaki fikirleri çeşitlilik gösterir—Mesela onlar Anarko-komünist olur, bireyci olur veya hatta primitivist olabilirler. Bir çoğu, insanların bir şans verildiğinde kendilerini örgütlemek için çeşitli sosyal formları seçeceğine inanarak geleceğin belirli ve tekil bir model sunmayı reddederler. Onlar, kendilerini “gerçeği taşıyanlar” olarak gören ve sosyal örgütlenme problemlerine kendi ideolojik ve resmi çözümlerini empoze etmeye çalışan gruplara ve eğilimlere karşı eleştireldirler. Bunun yerine, bir çok isyankâr anarşist, bunun, insanların tahakkümün kurumları olmadan yaşamayı öğreneceği kendi kendine örgütlü mücadeleleriyle gerçekleşeceğine inanırlar.  

İsyankâr anarşistler şu an dünyanın bir çok yerinde aktifken, bu makaledeki amaçlar, özellikle isyankâr anarşistlerin en aktif olduğu ülkeler olan İtalya ve Yunanistan’dakilerin aktiviteleri ve yazıları tarafından etkilenmiştir. Bir takım tutulmuş yer ve yayın etrafında toplanan bugünkü, fazlasıyla çeşitli İtalyan isyankâr anarşistlerinin camiası resmi örgütlenmeler dışında mücadelelerini sürdüren resmi olmayan bir ağ olarak varolurlar. Bu eğilim, kendisini sadece kitle eylemini ve “devrimci olmayan süreçlerde” propaganda etrafında merkezlenen eğitimsel ve evanjelist bir pratiği tercih eden ve bireysel isyan eylemlerini resmi olarak kabul etmeyen Platformist bir örgüt olan İtalyan Anarşist Federasyonu’ndan, ayrıca “anarşist” aktiviteye büyük oranda reformistçe yaklaşan İtalyan Liberter Belediyecilerinden ayırmak için “isyankâr anarşist” nitelemesi alınmıştır. 
İsyankâr anarşistler tarihsel determinist değildirler; bu, onların tarihi istediğimiz şeye gidiyor olduğundan ona ayak uydurmamız gerektiğine inanmadıkları anlamına gelir. Aksine, tarih açık bir kitap ve eylemlerimize bağlı olan bir yoldur. Bu anlamda, doğru bir eylem bağlam içerisinde değil, bağlama karşı gerçekleşir. Şimdiki durumdan kurtulmak için, bizler bağlama karşı eylemeliyiz ve eylemek için tarihsel olarak belirlenmiş bir zamanı beklememeliyiz çünkü öyle bir zaman gelmeyecektir. Eylem bağlamdan kaynaklanmaz, o bağlama karşı gerçekleşir ve bir momentin imkansızlığını bir sonrakinin imkanlılığına çevirerek bağlamı tamamen değiştirir. Ve bu isyankâr hadisenin kalbidir. İsyankâr hadise imkanın bağlamını dönüştürdüğü için, o ayrıca insanı ve insanın sosyal ilişkilerini de dönüştürür.

Gene de, bugün ile bir kırılmanın önünü açan isyankâr bir hadisenin ortaya çıkması için, bizler örgütlenme meselesine dikkat etmeliyiz. Anarşistler, bir ayaklanma potansiyelini açmak ve geliştirmek için ne yapabileceklerse yapmak zorundadırlar.

Örgütlenmenin bazı biçimleri, bununla birlikte, devlet ve sermaye ile kalıcı bir kırılma ve ayaklanmaya doğru gitmek için yeni bir geleceğe bugünküne karşı doğru bir şekilde eyleme potansiyelimizi boğarlar. Mücadele edenleri tek-birleşik bir örgütlenmede sentezlemeye ve mücadeleyi temsil etmeye kalkışan kalıcı örgütlenmeler, ayaklanma potansiyelini kapatma eğiliminde olan tüm örgütlenme biçimleridirler. Bu örgütlenme biçimleri eyleme gücümüzün esnek kombinasyonunu kısıtlayan biçimlerde mücadele edenlerin ilişkilerini resmileştirir ve katılaştırır. Yaratmak ve dönüştürmek için aktif gücümüz tek silahımızdır ve sömürülmüş ve dışlanmışların hareketi içerisindeki bu gücü kısıtlamak bizim en büyük zayıflığımızdır. Bu bizim örgütsüz olmamız gerektiği anlamına gelmez (bir imkansızlık—bizler ne kadar illegal olursa olsun her zaman bir düzeyde bir örgütlenmenin içerisindeyiz); esasen, bu örgütlenme sorusunu ortaya atar: bizler aktif güçlerimizi geliştiren bir yolda nasıl birleşeceğiz?

1. Kalıcı örgütlenmelere karşı: Kalıcı örgütlenmeler kendi mantıklarını edinme eğilimindedirler—ayaklanmanın yerini alan bir mantık. Kalıcı örgütlenmeyi uygulamada görmek için otoriter, Leninist grupların veya solcu, eylemci örgütlenmelerin işleyişlerine bakmak yeterli. Örgütlenmenin amacı grubu inşa etmeye ve diğer herkesi toplamaya dönüşür—kalıcılık ilksel amaç haline gelir. Güç mücadelede aktif olanlardan ayrılır ve örgütlenmede kurumsal hale gelir. Örgütçü örgütlenenden ayrı hale gelir ve mücadeleyi disipline etme ve mücadele hakkında konuşma rolünü üstlenme eğilimindedir.

2. İktidar ile arabuluculuğa karşı: Örgütler daha kalıcı hale geldiği ve insan toplamak hakkında kaygılandıkları için, kendi imajları hakkında da kaygılanacaklardır ve mücadele içerisinde harekete kötü nam getiren diğerlerinin eylemlerini kısıtlamaya kalkışacaktır. Kendi örgütlerinin içindeki gücü ne kadar tayin ederlerse, o kadar doğrudan eylemleri kısıtlama ve diyalogu ve arabuluculuğu teşvik etme eğiliminde olur. Safça, onlar iktidarın masasında bir sandalye kapmak için kitlesel vücutlarının gücünü kullanmak isteyeceklerdir. Bu süreç küreselleşme karşıtı hareketi içerisinde ağır bir şekilde işleyiştedir; en büyük örgütlenmeler gittikçe artarak iktidarla arabuluculuk yapmaya kalkışırlar. Bu ayrıca toplumda sendikaların aldığı roldür. Anarşistler için, elbette kapitalizme ve devlete bütünüyle karşı olarak, tayin edilmiş iktidar ile hiçbir diyalog olamaz. İktidardakilerin bir diyalogu başlatma hevesi kendi zayıflıklarının bir işareti olabilir ama bizim görüşmeye katılmak için aktif gücümüzü kısıtladığımız anda bu yenilgimizin başlangıcı olacaktır.

3. Resmiyet ve İllegalite: Resmi örgütlenmeler, insanları örgütçü ve örgütlünün resmi rollerine ayırırlar. Örgütçü ve örgütlülerin rolleri, elbette bizim anarşistler olarak üstesinden gelmeye çalıştığımız toplumun işleyişi için gerekli olan sosyal rolleri yansıtmaktadır. Buna ek olarak, resmi örgütlenme, kendini uygulamasından alınan karardan ayrılarak ve o nedenle eylemin otonomisini kısıtlayarak kararı eylemin kendisinin momentinden ve durumundan ayırmaya eğilimlidir. Bu eğilimlerin tümü, mücadeledekiler için hayati olan sosyal ilişkileri katılaştırır. Resmi örgütlenmeler çoğu kez, mücadeleyi tabiatında sosyalden politiğe dönüştürerek “hareketin” temsiliyeti rolünü üstlenir. İsyankâr anarşistler resmi olmayan örgütlenmeleri geliştirmekle ilgilenirler çünkü onlar, anarşistler olarak bizlerin mücadele edenlerin bir parçası olduğumuzun ve sömürülenleri, dışlanmışları politik olarak örgütlemenin üstünde mücadelelerin dışında olmadığımızın farkındadırlar.

4. Örgütlenme mücadeleden kaynaklanır, mücadele örgütlenmeden kaynaklanmaz: Çoğu resmi örgütlenme ilk olarak örgütü inşa etmeye çalışır sonra mücadeleyi veya “hareketi” örgütler.  İsyankâr anarşistler bunu tersine görürler. Uyum gruplarına dayanan resmi örgütlenme mücadeleden kaynaklanır. Uyum grupları mücadelede bağlantıları yapar ve sonra çoğu kez eylemleri koordine ederler; fakat, örgütlenme düzeyi resmi bir örgütlenmenin taleplerine değil, mücadelenin seviyesine dayanır.

5. Otonom eylem ve dayanışma: İsyankâr anarşistler, hiç bir örgütlenmenin diğerlerinin eylemini disipline etmek için bir pozisyonda olmasını gerektirmediği, bireyin ve uyum grubunun eylemlerinin otonom olduğunu kabul ederler. Fakat otonom eylem, mücadelede diğerleriyle devrimci dayanışma içinde eylediğimizde güçlü olur. Devrimci dayanışma  aktiftir ve tahakküm yapılarıyla çatışır; bu birinin mücadelesinin diğerlerinin mücadelesiyle bağlantı kuran doğrudan eylemdir.

16 Şubat 2014 Pazar

ANLAŞMAZLIK KORKUSU

"Bana karşı kendinizi katılaştırmanız ve farklarınızı veya özgünlüğünüzü öne sürmeniz gerçekten içinizdeki bir zayıflık değildir: kendinize boyun eğmemeye veya kendinizi terk etmemeye ihtiyacınız var." - Max Stirner

Ne zaman birkaç anarşistten fazlası bir araya gelirse, tartışmalar yaşanır. “Anarşist” kelimesi çoğu kez tutarsız fikir ve pratiklerin geniş dağılımını tanımlamak için kullanıldığından dolayı, bu sürpriz değil. Tek ortak payda otoriteden kurtulmuş olma arzusudur, ve onu ortadan kaldırmak için hangi metotların uygun olduğu sorusu şöyle dursun, anarşistler otoritenin ne olduğunda bile mutabık olmazlar. Bu sorular diğerlerine neden olur ve böylece tartışmalar eksik olmaz.

Tartışmalar beni rahatsız etmez. Canımı sıkan şey, bir karara varmaya çalışmaya odaklanmak. “Çünkü hepimiz anarşistiz” farz edilir, hepimiz gerçekten aynı şeyi istemeliyiz; göze çarpan anlaşmazlıklarımız yalnızca ortak bir görüş bularak etraflıca konuşabileceğimiz yanlış anlaşılmalar olmalıdır. Birileri anlaşmazlıkları tartışarak bir yere oturtmayı reddettiğinde ve farklarını korumakta ısrar ettiğinde, dogmatik sayılıyorlar. Ortak bir zemin bulmaktaki bu ısrar, sık sık kendi koşullarımızda yaşamlarımızı yaratmak için eylemenin yerini alan sonu gelmeyen bu diyaloğun en önemli kaynaklarından biri olabilir. Ortak zemin bulmadaki bu girişim pek çok gerçek anlaşmazlıkların yadsınmasını kapsar.

Anlaşmazlığı yadsımakta sık sık kullanılan bir strateji, bir tartışmanın yalnızca sözcükler ve anlamları üzerindeki anlaşmazlık olduğunu iddia etmektir. Sözde insanın kullandığı sözcüklerin ve onları nasıl kullanmayı seçtiğinin, insanın fikirleri, hayalleri ve tutkuları ile bağlantısı yoktur. Yalnızca sözcükler ve anlamları hakkında çok az tartışma olduğuna eminim. Sözcükler ve anlamları hakkındaki bu tartışmalarda, ilgili bireyler açıkça ve kesinlikle neyi amaçladıklarını açıklasaydı, kolaylıkla karar verilmiş olabilirdi. Bireyler kelimeleri ve onları nasıl kullanacakları konusunda bir karara varamadığında, bu onların rüyalarının, arzularının ve düşünüş yollarının tek bir dilin öğesi olmaktan uzakta olduğunu gösterir, ortak bir dil bulamazlar. Böyle uçsuz bucaksız büyük ayrılığı sadece anlambilime indirme girişimi, gerçek anlaşmazlıkları ve ilgili bireylerin tekilliğini inkar etme girişimidir.
Anlaşmazlığın ve bireylerin tekilliğinin inkarı, arta kalan solculuk veya kolektivizmden kaynaklanan birlik için saplantı gösterebilir. Birliğe her zaman sol tarafından son derece değer verilmektedir. Kendilerini soldan ayırmaya çalışmalarına rağmen, anarşistlerin çoğunun yalnızca devlet karşıtı solcular olduklarından dolayı, onlar, sadece birleşik bir cephenin bizi daima kendi seçimimiz olmayan birlikteliklerin içersine zorlayan ve bu nedenle farklılıklarımızın üstesinden gelmek ve “ortak nedeni” desteklemek için birleşmek zorunda olduğumuz bu toplumu yok edebileceğine inandırılırlar. Fakat kendimize “ortak neden” verdiğimiz zaman, anlayış ve mücadelenin en düşük ortak paydasını kabul etmeye zorlanılıyoruz. Bu yolda yaratılmış birliktelikler sadece ilgili bireylerin eşsiz arzularını ve tutkularını bastırarak, onları kitleye dönüştürerek büyüyen sahte birlikteliklerdir. Böyle birlikteliklerin, bir fabrikanın işleyişini elinde tutan emeğin yaratılmasından veya iktidar içerisinde insanları çizgide tutan sosyal konsensüs birliğinden farkı yoktur. Kitle birliği, bireyin çoğunluk içersinde bir birime indirgenmesi üzerine temellendiğinden, otoritenin yok edilmesi için asla ana ilke olamaz, sadece tek biçimde veya diğerinin desteği içindir. Madem ki otoriteyi yok etmek istiyoruz, o halde farklı bir temelden başlamalıyız.

Benim için, o temel kendim – tutkularımın ve hayallerimin, arzularımın, projelerimin ve karşı karşıya geldiklerimin hepsi ile birlikte yaşamım. Bu esası, kimse ile “ortak neden” yapmam, fakat sık sık bir yakınlığa sahip olduğum bireylerle karşı karşıya gelebilirim. Pekala sizin arzularınız ve tutkularınız, hayalleriniz ve projeleriniz benimkilerle uyuşabilir. Otoritenin her şekline karşın bunları gerçekleştirme üzerine ısrarla eşlik edilmiş böyle bir yakınlık yalnızca bu bireyler arzu ettiği sürece devam eden, tekil, asi isyancı bireyler arasındaki gerçek birlik için esastır. Elbette, otorite ve toplumun yıkımı arzusu, bizi geniş ölçekli olan, fakat asla kitle hareketi gibi olmayan; onun yerine yaşamlarını kendilerinin yapmakta ısrar eden bireyler arasındaki yakınlıkların uyuşmasına ihtiyacı olacak isyancı birlik için uğraşmaya götürür. İsyanın bu türü, herkesin mutabık olabileceği en düşük ortak paydaya fikirlerimizin indirgenmesi yoluyla olamaz. Yalnızca, sadece her bireyin tekilliğinin tanınması yoluyla olabilir. Bu, ne kadar acımasız olabileceklerine bakmaksızın, bir kere yaşamlarımızı ve etkileşimlerimizi bizden çalan sosyal sistemden kendimizi kurtardığımız zaman dünyanın bize vermek zorunda olduğu etkileşimlerin insanı hayrete düşüren zenginliğinin parçası olarak, bireyler arasında var olan gerçek anlaşmazlıkları kucaklayan bir tanımadır.


Feral Faun

13 Şubat 2014 Perşembe

Mini Teori - Feral Faun

Mini Teori

Yıkıntılar ister Zapotecler ister Mayalılar, ister Mısırlılar ve isterse modernler olsun oyun alanlarıdırlar. Onları korumak yerine, onlarla neden tamamen tükenecek kadar oynamıyor ve onları yaratmış olan kültürleri unutmuyoruz? Kültür belleği, kültürün korunmasıdır- ve kültür, sadece yaratıcılık ve oyun üzerine yerleştirilmiş kutsal bir sınırdır. Asiler kutsal sınırları yok ederler.

Konsensüs metodu bireyi grubun buyruğu altına sokar. Konsensüs şimdikini arabuluculuk sürecine maruz bırakır. Konsensüs, değişime sadece tüm grup tarafından kabul edilirse müsaade eder ve dolayısıyla yaradılışından muhafazakarlıktır...Bu, anarşi değil,  içselleştirilmiş bir kontroldür.

Toplumun işleyişi için, arzu uysallaşmalıdır. Arzu ekonomi tarafından sömürgeleştirilmelidir – gereksinim/ihtiyaca, toplum tarafından sunulan malları elde eldeye dönüştürülür. Böylece doğrudan arzu kısıtlamalara ve yapılara ihtiyaç duyar. Bunlar arttıkça, arzunun rengi katıksız bir hayalete dönüşür. Kısıtlamalar ve yapılar giderek onlara karşı kullanılabilen sırları öğrenmek için hayatta kalmaya evrilir.
Yıkıntılara olan ilgim, kısmen zorlanmamış isyanın bilinçli kışkırtılması yoluyla  yıkılan şehirlerden neşeli bir şekilde stratejiler geliştirme girişimlerinden kaynaklanır. Bu  onlara karşı kullanılabilen sırları öğrenmek için şehirleri geniş bir şekilde araştırılmasını gerektirir.

Bir eliti yaratmak için birden fazla yol vardır. Yöneten sınıflar, entelektüel sınıflar ve estetik sınıflar kendi pozisyonlarını sağlamlaştırmak için ayak takımına kendi güçlerinin, bilgi ve becerilerinin yapay bir erişilmezliğini yaratırlar.  Diğer taraftan, kendi kendine açığa vurulmuş olan "sınıf bilinçli" radikal aktivistler, kendi “sınıf saflıklarını” veya böyle saçmalıkları kanıtlamak için ve  kendi gülünç yalanlamaları tarafından kendilerini bu şekilde yoksullaştırmaya razı olmayan o radikallerin gönülsüz bir elitini yaratmak için kolaylıkla faydalanılabilir olan bilgi, kelime dağarcığı ve iyi bilenmiş analitik becerilere ulaşmaktan kendilerini mahrum bırakırlar. 

Bir çok...anarşist aslında toplumun söylemi içindeki düşüncelerinin tuzağına düşerek halen sosyal bağlam tarafından yaratılmış olan imajlar açısından düşünen solcular veya liberal özgürlükçüler veya bazı durumlarda basit bir şekilde öfkeli insanlardırlar.  Birisi, kendi kategorilerinin dışında düşünerek bu söylemin dışına çıkana dek, birinin isyanı otorite yapılarının parçası olarak kalır. Çoğu anarşist, tam olarak meydan okumayan, hafif yapmacıklı, uysal ve hoş olan bir “anarşiyi” sevinçle yaratarak toplumun söyleminden tamamen hoşnuttur – hepsi “eğitim” ve “eylem” için.

Sibernetik teknoloji endüstriyel teknolojiye kendi varlığı için bağımlıdır. Dolayısıyla siber ütopyanın boş hayali için.

Değiş tokuş hala ekonomik bir değişimdir. Para ekonomik değişimin daha randımanlı akışına izin verir. Neden sadece ekonomiden tamamen kurtulmuyoruz?

Çoğu kez "sağlık" canlılığın karşısındadır. “Sağlığa” değer verenler bunu çoğu kez çileci ve pasif bir usulde sürdürür.- bir şeyleri bırakarak. Onların sağlık özlemi yaşamsal değildir, ciddi arzu trajedisidir – bu bir iş veya bir imalat işlemidir – sona ulaşma girişimidir – fakat böyle bir işlem asla memnuniyet vermez, çünkü kendi kökleri olan boşluğu sürekli olarak yeniden üretmek için özlemin doğasıdır. Yaşamsallık, yoğunluk – bunlar sadece sağlığa sahip olmak için gereken nedenlerdir – ve onları yaşamak sağlığı yaratır veya onu konu dışı bırakır. 

Post-modernizmin en iyisi başarısız olur çünkü aklın krallığına yönelime taşınır – aktif bilincin lehçesi tarafından yaratılmış olan esrik yaşamlar yerine rasgele düşünceler tarafından hareket edilen statik yaşamlar mı?

Eğer "özne," "kendisi," sonra birini diğerinin kendini yaratmasından alıkoyan her şey yok edilmiş veya yıkılmış olsaydı, birinin kendi öznelliği, her an yaratıcı olan kendisinden daha büyük olan bir şeye sürekli olan inancı olurdu - i.e., sürekli olarak allaha inanmak. Bugünün çağından, tanrı toplumdur.

GÜNDELİK ETKİLEŞİMLERİN DEVRİMİ:

Kendi totalitesinden fışkırdıkları mini sosyal bağlamlara karşı çıkmadan ayrı sinir bozucu hadiselere    karşı çıkmak kendi totalitesindeki en büyük sosyal bağlamı ispatlamaya çalışmaktan ziyade meseleleri protesto etmek o zaman farklı olmaz. Hiçbir esas değiştirmez. Hayal günün başarısızlığı, ümitsizliği, olaylar tarafından yenik düşmüş hissetmek: bunlar tersine giden etkileşimlerin kanıtlarıdırlar
Aklın tüm içi bütünüyle sosyal bir yaratım... en iyisi o bağlamla yok edilebilecek olan ve  sosyal bir bağlam tarafından yaratılmış olan bir ilişkidir...O zaman belki hayal gücü esasen bir fantezi mekanizması olmaya son verebileceği ve sürekli olarak gergin anlar yaratmanın bir aracı haline gelir. Aklın iç kısmı ile aktif bir kendi kendine yaratım yaşamından ayrılmış olan düşünceleri, hayalleri ve tasarımları ifade etmek istiyorum.

Hiç kimsenin hiç kimseye borcu yoktur. Borç ekonomik bir kavramdır ve onun her hangi bir biçimini tanımayı reddediyorum.


Feral Faun

23 Ocak 2014 Perşembe

Panerotizm: Yaşamın Dansı

Kaos bir danstır, yaşamın akışkan bir dansı; ve bu dans erotiktir. Uygarlık kaostan nefret eder; ve bu yüzden, Eros’tan da nefret eder. Hatta cinsel olarak özgür sayılan zamanlarda bile, uygarlık erotik olanı bastırmıştır. Orgazmın yalnızca bedenlerin birkaç küçük parçasında ve sadece bu parçaların doğru kullanılmasıyla sonuçlanır olduğunu öğretir. Seksi neşeli, masum bir oyundan ziyade rekabete dayalı, başarı-merkezli bir iş kılarak, Eros’u Mars’ın zırhına sıkıştırır.

Hâlâ daha böyle bir bastırılmanın ortasında bile, Eros bu kalıbı kabul etmeyi reddediyor. Onun neşeli, dans eden görünüşü her yerde Mars’ın zırhını delip geçiyor. Uygar varoluşumuz tarafından körleştirildiğimiz kadar, yaşamın dansı da ufak tefek yollardan farkındalığımız içersine sızmayı sürdürüyor. Günbatımını seyrederiz, ormanın ortasında dikiliriz, bir dağa tırmanırız, çimenlerin üzerinde yalın ayak yürürüz, ve belirli bir mutluluk, huşu ve sevinç duygusu hissetmeye başlarız. Uygarlığın sözde “cinsel yönden duyarlı bölgeleri” ile sınırlandırılmamış bir orgazmın, tüm bedenin orgazmının başlangıcıdır bu, fakat uygarlık asla duygunun kendini tamamlamasına müsaade etmez. Aksi halde, uygarlığın ürünü olmayan herşeyin canlı ve neşeli bir şekilde erotik olduğunu fark ederiz.

Ancak bazılarımız yavaş yavaş uygarlığın anestezisinden uyanıyoruz. Her taşın, her ağacın, her nehrin, her hayvanın, evrendeki her varlığın nitekim yalnızca canlı olmadığını, hatta şimdi bile uygar canlılar olarak bizlerden daha canlı olduğunun farkına varıyoruz. Bu farkındalık sadece entelektüel değil. Olamaz da yoksa uygarlık onu hemen başka bir akademik teoriye çevirecektir. Onu hissediyoruz. Nehirlerin ve dağların aşk-şarkılarını duyduk ve ağaçların danslarını gördük. Oldukça canlı olduklarından, artık onları cansız şeyler olarak kullanmak istemiyoruz. Onların aşıkları olmak istiyoruz, onların zarif, erotik danslarına katılmak istiyoruz. Bizi ürkütüyor. Uygarlığın ölüm-dansı içimizdeki her hücreyi, her kası donduruyor. Beceriksiz dansçılar ve beceriksiz aşıklar olacağımızı biliyoruz. Aptal olacağız. Fakat özgürlüğümüz aptallığımızda yatıyor. Eğer aptal olabilirsek, uygarlığın zincirlerini kırmaya, elde etme gereksinimimizi kaybetmeye başlamıştık bile. Elde edecek bir gereksinim olmadan, yaşamın dansını öğrenmek için zamanımız olur; ağaçların ve taşların ve nehirlerin aşıkları olmak için zamanımız olur. Veya, daha doğrusu, zaman bizim için var olmaya son verir; yaşayan herşeyi sevmeyi öğrendikçe dans yaşamlarımız olur. Hâlâ içimizde hüküm süreceğinden, onu tamamen yeniden yaratacağız.

Öyleyse haydi yaşamın dansını edelim. Utanmadan hantalca dans edelim, bizler için uygar insan beceriksiz olamaz mı ki? Gözlerimizle, ayak parmaklarımızla, ellerimizle, kulaklarımızla nehirlere, ağaçlara, dağlara aşk duyalım. Bedenimizin her parçası yaşamın dansının erotik coşkusunun farkında olsun. Uçacağız. Dans edeceğiz. Şifa bulacağız. İmgelemlerimizin kuvvetli olduğunu keşfedeceğiz, ki onlar arzu ettiğimiz dünyayı yaratabilecek erotik dansın parçalarıdır.


Feral Faun

22 Ocak 2014 Çarşamba

Zayıflığın Zorbalığı

Bugün her yerde zayıflıkla karşılaşıyoruz. Zayıfız ya da sanki farklı görünmekten korktuğumuz için böyle davranıyoruz.,

Artık kendine güvenmek; kendisi ya da başkaları veya başka şeyler hakkında bilgi sahibi olmak modaya uygun değil. Eski moda, çoğu zaman da zevksizlik olarak görülüyor. Artık birşeyleri iyi yapmak için çaba harcamıyoruz ve bununla demek istediğim yapmayı seçtiğimiz şeylerin hiç bir maliyeti olmaması gerektiğine inanıyoruz. Mantığa aykırı ve üstünkörü bir şekilde, ayrıntılara dikkat göstermeden yapıyoruz. Elbette bu zayıflıkla tamamen övünmüyoruz, ama bunu arkasına gizlenecek bir tür siper olarak kullanıyoruz.

Böylece hızla yayılan bu yeni mitin köleleri haline geliyoruz. Burada yapmak istediğimiz -zayıflığın kılık değiştirmiş halinden başka bir şey olamayan- “iktidar” hakkında konuşmak değil, fakat daha ziyade bu durumu açıklığa kavuşturmaktır. Bu,  değerlerin tahrip edilmesi ve hem yaşamak hem de düşmanlarımıza saldırmak üzere elde etmememiz gereken araçların çarpıtılması meselesidir. Bugünün hakim modeli kaybedendir; vazgeçmek, mücadeleyi terk etmek ya da sadece hız kesmektir. Bu eğilimin sürmesini görmekte iktidar yapısı her türlü çıkara sahiptir. Neredeyse hiç bir surette düşünmüyor ve yetersiz akıl yürütüyoruz, çeşitli bilgilendirme kanallarından çıkan mesajlara pasif bir şekilde boyun eğiyoruz. Tepki göstermiyoruz.

Budala ile pul koleksiyoncusunun ortasında bulunan bir kişilik inşa ediyoruz. Çok az anlıyor, yine de çok fazla biliyoruz: yararsız dağınık şeyler kalabalığı, cep ansiklopedisi bilgisi.

Bir aptal ya da cahil olmaya, kaybedenler olmaya hakkımız olduğuna inandırılıyoruz.

İktidarın mantığına ait olan verimli bir model olarak düşünülen verimliliği hasmımıza terk ettik. Ve bu doğruydu, kaçınılmazdı bir kere. Eğer bu sınıf düşmanına zarar verme sorusu olsaydı işe devamsızlık ve çalışmaya karşı olmak haklı olurdu. Fakat artık bu davranışı içimize attık ve oyuna geri dönmek isteyen bizim düşmanımız.  Hatta kendimize ve istediğimiz şeylere rağmen pes ettik.

Ve böylece doğu felsefesini yakalayan kelebeğe, alterrnatif ürünlere ve düşünme biçimlerine, çok az yararı olan ve keskinliğini kaybetmiş şeylere döndük yüzlerimizi. Dişlerimizin dökülmesini beklemek yerine, bizzat kendimiz teker teker söküyoruz onları. Artık mutlu ve dişsiziz.

İktidarın laboratuvarları bizler için yeni vazgeçiş modelleri programlıyor. Sadece bizler için tabii ki. Kazanan azınlık için, model hâlâ saldırganlık ve fetihtir. Artık isyanlarda ve kontrol altına alınamayan başkaldırılarda başıboş kalmasına izin verilen kanlı, zorlu barbarlar değiliz. Hiçbir şeyin felsefecilerine, eylem şüphecilerine, yılgına, züppeye dönüştük. Dilimizi ve beynimizi büzüştürdüklerini hâlâ idrak edemedik. Artık başkalarıyla iletişim kurmak için herhangi bir şeyi zar zor yazıyoruz. Artık zar zor konuşuyoruz. Televizyondan ve sporun bayağılıklarından, iletişimi kolaylaştırıyor gibi görünürken gerçekte alçaltan ve hadım eden baraka-tarzı gazetecilikten yapılmış güdük bir lisanla kendimizi ifade ediyoruz.

Fakat daha beteri hâlâ daha fazla birşey yapmak yönünde herhangi bir çaba sarfetmiyoruz. Kendi sorumluluğumuzu Üstlenmiyoruz. Çok kısa zamanlarda, fazla okumayıp çok az şey yapıyoruz. Bir miting, bir eylem burada ve orada ve biz yere kapandık, geberdik. Öte yandan saatlerimizi içerikten yoksun müzikleri, anlamadığımız dillerdeki şarkıları, fabrikayı, yarış arabalarını ve motosikletleri  taklit eden gürültüleri (anlamadan) dinleyerek harcadık. Kendimizi doğaya (artık ondan geriye ne kaldıysa) tefekküre dalarak kaybetsek bile gerçekte yürüyüşe çıkmıyoruz, fakat bu yürüyüş bize nüfuz ediyor. Kapitalizmin (yeni alternatif biçimi, elbette, önceki geçmiş biçiminden daha da kötü) bir duraklamadan sonra gerçeği söylediği ekolojik ya da naturalist modellerine, bayağılığa razı oluyoruz. Ama basitçe tefekküre dalmayı değil bağlılığı ve güçlü olmayı, saldırıyı ve mücadeleyi talep eden doğa ile gerçek bir ilişki kurma hakkında  hiçbir deneyimimiz yok.

Ve sakın bana kapitalistlerin saldırgan davranışlarına karşılık olarak ılımlı davranışlar geliştirmemiz gerektiğinden bahsetmeyin. Sermayenin ifade ettiği ya da Paris - Dakar yarışının katılımcılarının saldırganlığının ne olduğunu mükemmelen biliyorum. Benim bahsettiğim bu değil. Gerçekten her türlü saldırganlığı kastetmiyorum. Sözcükler yanıltıyor olabilir. Benim kastettiğim, gemi alev alev yanıp giderken kişinin zamanını boşa harcamak yerine eylem yapmasının zorunlu olduğudur.

Geniş kapsamlı değişikliklerin vuku bulduğuna ikna olduk veya olmadık. Ancak kapitalizm ve iktidar şimdiki hayatlarımızı altüst edecek,  kim bilir kaç on yıl sürecek bir dönüşüm geçiriyor. Eğer buna derinlemesine bir şekilde ikna olmazsak, o zaman rüyalarımızdaki kelebekleri, budizmin mitlerini, homeopatik ilaçları[1], Zen felsefesini, kaçış edebiyatını, sporu ya da bizi gramerden ve dilden makbul bir uzaklığa yerleştiren her ne ile eğleniyorsak onu yakalamaya devam edebiliriz.

Fakat eğer ilk varsayıma ikna olursak, bizi kölelere dönüştürmeye kararlı bir projenin, prensipte zincirlerimizi görme ihtimalinden bile yoksun bırakacak bir kültürel kölelik projesinin yürürlükte olduğuna ikna olmuşsak, o zaman müsamahaya veya mücadeleyi bırakma ya da engelleme eğilimine artık tahammül gösteremeyiz. Ve burada söylediklerimizin yalnızca arkalarında zaten devrimci bağları olan yoldaşlar için geçerli olduğu sanılmamalı ve şimdi yeşiller, turuncular, budistler ya da bu tür başka sürülerin içinde huzurlu bir şekilde otlayanlar için de geçerli. Kendilerinin hâlâ devrimci olduklarını fakat gün be gün fiziksel ve zihinsel bir kirlenmenin ilerlemesinin trajedisini yaşadıklarını düşünenlerden de bahsediyoruz.

Bu basit bir eylem çağrısı değil. Mezarlıklar bu tür çağrılarla dolu. Kapitalizmin laboratuvarlarında üzerine çalışılan şimdi mükemmel olması için uygulanan bir proje hakkında konuşuyoruz. Mücadele etme kapasitemizden yavaş yavaş ve acısız bir şekilde bizi uzaklaştırmayı hedefliyor. Bu proje sermayenin derinlemesine bir biçimde yeniden yapılanmasıyla el ele gidiyor. Bizimki gönüllülükle ya da anlamsız bir çığlığı sevip sevmemenizle ilgili bir çağrı değil. Bunun, sınırlı ve tahmini de olsa, etrafımızdaki dünyanın geçirdiği derin değişimleri anlamaya ufak bir katkı olmasını umarız.

Javiera Hernandez

--------------------------------------------------------------------------------


[1] Homeopatik ilaçlar, bitki, mineral ve hayvansal maddelerin minimum dozda su ile seyreltilerek hazırlanmasıdır. Homeopati; vücudun kendi kendini tedavi edici yanıtlarının uyarılmasıyla vücudun kendi kendini iyileştirmesinin sağlandığı, herhangi bir kontrendikasyonu (kullanılmaması gereken durum) veya yan etkisi bulunmayan, doğal bir alternatif tıbbi tedavi şeklidir. Homeopatide kullanılan ilaçlar vücudun dengeleme mekanizmasını harekete geçirerek; semptomların çıkmasına neden olan kaynakları bertaraf eder ve bu sayede kendini iyileştirir.

21 Ocak 2014 Salı

Aşktan Tasarruf Etmeye Son

“Mutlak sevgi kusursuz bir güzelliktir; içerisinde nefret ya da sahip olma yoktur…. Bu yüzden sevgiyi bulabileceğiniz her yerde kabul edin: Sevgiyi fark etmek zordur çünkü asla soru sormaz.” - Austin Osman Spare

Cinsel sevgi, erotik zevk, tükenmeyen coşkunluğun kaynağı bedenlerimizin mutlak tanrısallığının ifadesidir. Kozmosun yaratıcı enerjisinin ta kendisidir. Bu enerji serbest bir şekilde içimizde aktığı zaman, aşka, tüm kozmos ile erotik zevki paylaşmayı arzulamaya ulaşırız. Fakat yalnızca çok nadir olarak bu sınırsız enerjiyi deneyimleyebiliriz. Meta kültürünün sınırları içerisinde, aşk da bir metadır. Aşktan tasarruf geliştirilmiştir, ve bu tasarruf, hazzın özgürce akışını yok eder.

Aşktan tasarruf yalnızca aşk kıtlığı yaratıldığı için var olabilir. Küçük çocuklar olarak, bizler, kendimize ve tüm diğer varlıklara sevgi besleyen vahşi, tanrısal aşıklarız. Fakat ebeveynlerimiz bunu bizden çaldılar. Yetişkinler çocuk sevgilerinin cinsel doğasını inkâr ederler ve sevgi ifadelerini kabul edilebilir davranışlarla değiştirirler. Kötü olarak tabir ettikleri kaba cinsel davranışlarımız için bizleri cezalandırır veya azarlarlar. Bizi yargılarlar ve böylece kendimizi yargılamayı öğretirler. Kendimizi sevmek yerine, kendimizi kanıtlamaya mecbur bırakılmış hissederiz – asla kendimizden emin hissedemeyiz. Aşk kozmosun bir hediyesi olmaktan çıkar ve uğruna rekabet etmek zorunda olduğumuz oldukça nadir, yüksek fiyatlı bir meta haline gelir.

Tasarruf edilen aşk için rekabet bizi değiştirir. Kendiliğindenliğimizi, özgür ve şen kişisel ifademizi kaybediyoruz. Gerçekten hissettiğimiz gibi hareket etmek fark etmiyor. Kendimizi arzu edilebilir kılmalıyız. Eğer kültürel standartlara göre iyi görünüyorsak büyük bir avantaja sahibizdir, çünkü görünüş bizi arzu edilebilir cinsel bir meta yapan şeylerin ana parçasıdır. Fakat diğer işe yarar özellikler de vardır – kuvvet, üstün cinsel yetenek, “güzel tat”, zekâ, parlak anlayış. Ve elbette, sosyal-cinsel oyunları nasıl oynayacağını bilmek. En iyi aktör bu oyunlarda kazanır. Doğru imajı nasıl takınacağını bilmek, hangi durumda hangi rolü oynayacağını bilmek – bu size tasarruf edilen aşkı satın alacaktır. Fakat kendinizi kaybetme pahasına.

Çok az insan hem fiziksel çekiciliğe hem de sosyal-cinsel oyunları oynamada ustalığa sahiptir. Bu yüzden çok ender fırsatlar dışında sevgisiz bırakıldık. Bu fırsatlar ortaya çıktığı zaman, onların doğal olarak akmasına izin vermememiz, aksine onlara tutunmaya, onlara erişmeye çabalamamız sürpriz değildir. Aşktan tasarruf edildiğinde, özgür ilişki kurmaya yardımcı olmaz. Çünkü belirli bir sevgiliden uzaklaşmak aşkın kendisinin sonu anlamına gelir. Özgürce ilişki kurmak yerine, ilişki inşa etmeye – ilişkiyi kalıcı kılarak, sevgililerden birinin kandırıldığını hissettiği ya da aşkı kaybetme korkusu yüzünden ekonomik bir ilişki bulduğu bir noktaya kadar birbirlerine aşk sattıkları bir alıp verme sistemi içerisine pekiştirerek – ve bütün tekrardan aşkı kazanma sürecini gözden geçirmeye çalışırız.

Ve ilişkilerin – tasarruf edilen aşkın bir ifadesi olarak – genellikle tek eşli olduğu düşünülür. Sevgilimizi bir başkası için kaybetmek istemeyiz. Eğer aşkımızı birbirimize sadece satmakta anlaşamazsak, sevgilimiz daha iyi bir ürün, bize tercih edebileceği bir sevgili bulamaz mı, ve de bizi terk edemez mi? Ve böylece sevgi azlığının sebep olduğu korkular, kendisini pekiştiren kurumlar yaratmaya yardımcı olur.Bazı insanlar ilişki tarzını seçmezler. Kendilerini gerçekten arzu edilir metalar olarak kanıtlamak isterler. Böylece cinsel fatihler olurlar. Cinsel fetih arenasında yüksek bir skor yapmak isterler. Zevki paylaşmak umurlarında değildir. Yalnızca bir imaj yaratmak isterler. Ve bu kişiler statü için de aynısını yaparlar. Bu insanlar için tam paylaşımın coşkunluğu aşkın tasarrufuna mağlup olmuştur. Tam paylaşımın coşkunluğu artık bir skordur ve önemsenen yalnızca skordur. Metaları daha değerli yapmak için, aşkın tasarrufu cinsel uzmanlaşma yaratmıştır. Elbette, doğal çift cinsiyetliliğimizdeki erkeksilik ve kadınsılığa olan kültürel vurgu bunun önde gelen bir şeklidir. Fakat cinsel tercih etiketleri, kişisel kalıcı tanımlamalar oldukları zaman da bunun bir parçasıdırlar. Arzularımızın serbestçe akmasına izin vermekten ziyade, kendimizi gay veya heteroseksüel ya da biseksüel ya da fetişist olarak tanımlayarak, kendimizin uzmanlaşmış bir ürününü yaratıyoruz ve böylece de aşkın kıtlığını pekiştiriyoruz.

Aşk metalaştığında gerçek aşk olmaktan uzaklaşır; çünkü Eros zincirlenemez. Aşk özgürce akmalıdır, fiyatı olmadan ve beklentisi olmadan kolayca akmalıdır. Aşktan tasarruf edildiğinde var oluşu sona erer, çünkü sevgililerin varlığı son bulur. Arzu edilir ürünler olmak zorunda olduğumuzdan, kültürümüzün bize öğrettiği rolleri edinmek için gerçek özlerimizi bastırmamız bizleri arzu edilir kılacaktır. Maskeyi öpen maske, sureti öpen suret olacak – gerçek sevgililer hiçbir yerde bulunamazlar.

Eğer cinsel sevginin sonsuz enerjisini, coşkunluk içerisindeki bedenlerimizin vahşi tanrısallığını deneyimleyeceksek, kendimizi aşk tasarrufundan kurtarmalıyız. Kültürümüzün aşk olarak kabul ettiği bu cansız kabuğun tüm görünüşlerini üzerimizden atmak zorundayız. Çünkü sınırsız zevkin vahşi neşesi bu görünüşlerin bulunduğu hiçbir yerde deneyimlenemez.

Aşk tasarrufundan kurtulmak için, aşk bizim için bir kıtlık olmayı bırakmalıdır. Vahşi kozmos aşıklarla doluyken, meta kültürü bunu bizden çalmıştı. Aşkın kıtlığından kendimizi özgürleştirmenin tek bir yoluyla başbaşa kaldık. Kendimizi sevmeyi öğrenmemiz gerekiyor, kendimizi seveceğimiz böyle bir zevkin kaynağını bulmamız gerekiyor. Hepsinden öte, aşık olacağım zevkin kaynağı benim bedenim değil mi? Etim, sinirlerim, karıncalanan tenim bu sınırsız enerjinin aktığı uçsuz bucaksız galaksiler değil midir? Kendimizi sevmeyi öğrendiğimiz zaman, kendimizi sonu olmayan erotik zevkin bir kaynağı olarak bulduğumuz zaman, aşk bizim için asla kıt olmayacaktır. Çünkü sevgili olarak her zaman kendimize sahip olacağız.

Ve kendimizi sevdiğimiz zaman, Eros’un sınırsız neşesi özgürce dışarıya doğru dökülerek bedenimizden akacaktır. Aşkı ihtiyaçtan dolayı kavramayacağız, ona açık olan her canlıyla engin erotik enerjimizi özgürce paylaşacağız. Aşıklarımız erkekler ve kadınlar, ağaçlar ve çiçekler, hayvanlar, dağlar, nehirler, okyanuslar, yıldızlar ve galaksiler olacak. Aşıklarımız her yerde olacaklar, çünkü kendimiz de aşkız.

Kudretli aşk tanrıları olarak, o halde kanuna karşı gelen kahramanlar olarak dünyayı dolaşabiliriz, çünkü aşk tasarrufundan kurtularak, tüm tasarrufa karşı gelme gücüne sahibiz. Ve aşıklarımızın suistimal edildiği, köleleştirildiği ve tehdit edildiği bu kültüre müsamaha etmeyeceğiz. Aşkın tüm kudretli enerjisiyle, sevdiğimiz her şey özgür olana dek her zinciri kıracak ve her duvarı yerle bir edeceğiz. Ve böylece ekonominin uzun, kabuslu hükmü, uygarlığın ölüm dansı sona erecektir.


Feral Faun
Kurban Edim İdeolojisi

New Orleans’da, Fransız Mahallesinin hemen dışında, bir tahta perdenin üzerine şablonla yazılmış bir duvar yazısında şöyle yazıyor: “Erkek Tecavüz Eder.” Neredeyse her gün bunun önünden geçerdim. Yazıyı ilk gördüğüm zaman beni kızdırmıştı çünkü duvar yazısı beni bir “erkek” olarak tanımlıyordu ve ben asla birine tecavüz etmek istememişimdir. Ne de penisli arkadaşlarım böyle bir şey istemiştir. Fakat, hergün bu dogma duvar yazısına rastladıkça, kızgınlığımın nedenleri değişti. Bu dogmayı kurban edim ideolojisinin – korku, bireysel zayıflık (ve sonradan ideolojik temelli destek gruplarına bağlılık ve otoriteden babacı korunma) ve kişinin kendisini bir kurban olarak görmesine riayet etmeyen deneyimin tüm gerçekliklerine ve yorumlarına karşı körlüğü destekleyen bir ideoloji – feminist versiyonunun bir tekrarı olarak tanımladım.

Kurban edim ideolojisinin arkasında bazı gerçeklikler olduğunu inkâr etmiyorum. Hiçbir ideoloji eğer gerçekte herhangi bir temeli yoksa etkili olamazdı. Bob Black’in dediği gibi, “Hepimiz ebeveynlerin yetişkin çocuklarıyız.” Hepimiz tüm hayatımızı arzularımızın, tutkularımızın ve bireyselliğimizin bastırılmasına ve sömürülmesine dayandırılan bir toplumda geçirdik, fakat kendimizi, kurban edilişimiz açısından tanımlayarak yenilgiyi kabul etmemiz tamamen anlamsızdır.

Bir sosyal kontrol aracı olarak sosyal kurumlar, bu kurban edim hislerini kendilerine bağlılığı kuvvetlendiren yönlerde odaklarken her birimizin içindeki bu hisleri pekiştirir. Medya bizi suç, politik ve şirket içi rüşvetçilik, ırksal ve cinsiyet çatışması, kıtlık ve savaş hikayeleriyle bombardımana tutar. Bu hikayeler çoğu zaman gerçekte bir temele sahipken, oldukça açık bir şekilde korkuyu pekiştirmek için sunulurlar. Fakat çoğumuz medyadan kuşku duyarız, ve böyle çok sayıdaki “radikal” ideolojinin sofrasına konuluruz – hepsi bir parça gerçek algıyı kapsar, fakat hepsi ideolojik yapılarına uymayan ne varsa görmezler. Bu ideolojilerin her biri kurban edim ideolojisini pekiştirir ve bireylerin enerjisini bütünüyle toplum sorgusundan uzağa ve bireysel rollerinin enerjisini onu yeniden üretmeye odaklar. Hem medya hem de ideolojik radikalizmin tüm versiyonları, “dışarı” olan tarafından, Diğer’i tarafından kurban edildiğimiz, ve sosyal yapıların – aile, polis, kanun, terapi ve destek grupları, “radikal” organizasyonlar ya da bağlılık duygusunu destekleyebilen başka herhangi bir şey – bizleri korumak için orada oldukları fikrini pekiştirir. Eğer toplum – sahte, ideolojik, taraf tutan karşıtlık yapılarını da içeren – bu mekanizmaları kendisini korumak için üretmediyse, şimdi toplumu bütünüyle inceleyebilir ve onun kendisini yeniden üretmek için etkinliğimiz üzerindeki bağımlılığının farkına varmaya başlayabiliriz. Daha sonra, elde ettiğimiz her fırsatta, toplumun bağımlısı/kurbanı rollerimizi reddedebiliriz. Fakat kurban edim ideolojisi tarafından uyandırılan duygular, davranışlar ve düşünce şekilleri bu tarz bir bakış açısı bozulmasını oldukça zor kılar.

Herhangi bir şekilde kurban edim ideolojisini kabul ettiğimizde, korku içersinde yaşamayı seçeriz. “Erkek Tecavüz Eder” yazısını yazan kişi büyük ihtimalle bir feministti, etkinliğini ataerkil baskıya radikal bir karşı koyuş olarak gören bir kadındı. Fakat bu tarz ifadeler, gerçekte, yalnızca zaten var olan bir korku havasını arttırırlar. Kadınlara bireyler olarak bir kuvvet hissi vermenin yerine, kadınların aslında kurban oldukları, ve bu duvar yazısını okuyan kadınların yazının arkasındaki dogmayı bilinçli olarak reddetseler bile, muhtemelen sokaklarda daha korku içersinde yürüdükleri fikrini pekiştirir. Pek çok feminist konuşmanın içine işlemiş kurbanlaştırma ideolojisi ayrıca homoseksüel özgürlüğü, ırksal/ulusal özgürlük, sınıf savaşı ve lanet olsunki neredeyse tüm diğer “radikal” ideolojilerde kimi şekillerde bulunabilir. Birey için gerçek, anlık, kolaylıkla tanımlanmış bir tehditin korkusu, tehditi yok etmek için akıllıca bir hareketi motive edebilir, fakat kurban edim ideolojisi tarafından yaratılmış korku bireyin başa çıkması için hem çok büyük hem de çok soyut kuvvetlerin yarattığ bir korkudur. Sosyal kontrol ağı olan arabulucuları gerekli ve hatta iyi görünür kılan korku, şüphe ve paranoya havası olup çıkar.

Bireylerde zayıflık duygusunu, temel kurbanlık duygusunu yaratan, bu görünüşteki karşı konulamaz korku havasıdır. Çeşitli ideolojik “özgürlükçülerin” çoğu kez militan öfkeyle böbürlendiği doğruyken, nadiren gerçekten herhangi bir şeyi tehdit ettiği noktanın ötesine geçerler. Onun yerine, ezenleri olarak tanımladıklarından “özgürlüklerini” bahşetmelerini “talep ederler” (“militanca yalvarırlar” olarak okuyun). Bunun bir örneği, 1989 yılında San Francisco’daki “Without Borders” anarşist buluşmasında meydana geldi. Gittiğim pek çok atölyede erkeklerin kadınlardan daha çok konuşma eğiliminde olduğuna dair hiçbir problem yoktu. Ancak kimse kadınların konuşmasını durdurmuyordu, ve konuşan kadınlara herhangi bir saygısızlık gösterildiğinin farkına varmadım. Yine de, buluşmanın yapıldığı binanın avlusundaki umumi mikrofonda, “erkeklerin” tartışmalara hakim olduğunun ve “kadınları” konuşturmadığının ilan edildiği bir konuşma yapıldı. Mikrofonda nutuk çeken kişi, erkeklerin kadınlara konuşma süresi verdiklerinden emin olmalarını “talep etti” (yeniden, “militanca yalvardı” olarak okuyun). Diğer bir deyişle, ezilenlerin “haklarını” bahşetmek – saklı olan anlamıyla, erkeğin rolünü zalim ve kadınınkini kurban olarak kabul eden bir davranış. Belirli bireylerin tartışmalara egemen olduğu atölyeler oldu, fakat bireysel kuvvetiyle hareket eden bir kişi böyle bir durumun üstesinden bu durum meydana geldiği gibi derhal önünü keserek gelecek ve ilgili insanlara bireyler olarak değinecektir. Bu tarz durumları ideolojik bir kavram içersine koyma ve ilgili bireyleri sosyal roller olarak tutma ihtiyacı, gerçek, anlık deneyimi soyut kategorilere döndürmek kişinin zayıf olmayı, bir kurban olmayı seçmiş olduğunun işaretidir. Ve zayıflığı kabul etmek, kişiyi özgürlüğünü bahşetmesi için zulmedicisine yalvarmak zoruda olduğu anlamsız bir poziyona koyar – kişinin asla özgür olamayacağı yalnızca bir kurban olarak kalacağını garanti ederek.

Tüm ideolojiler gibi, çok sayıdaki kurban edim ideolojileri uydurma bilinç şekilleridir. Kurbanın – çok sayıdaki biçimlerinden herhangi birindeki – sosyal rolünü kabul etmek, kişinin kendisi için hayatını bile yaratmamayı ya da kişinin sosyal yapılarla olan gerçek ilişkilerini araştırmamayı seçmektir. Taraf tutan tüm özgürlük hareketleri – feminizm, homoseksüel özgürlüğü, ırksal özgürlük, işçi hareketleri vesaire – bireyleri sosyal rolleri açısından tanımlar. Bundan dolayı, bu hareketler yalnızca sosyal rolleri kıran bakış açılarının bozulmasını içermezler, ayrıca bireylerin kendi tutkuları ve arzularına dayandırılmış bir praksis yaratmalarına da izin vermezler; aslında bu tarz bir bakış açısı bozulmasına karşı gelir. Bireyin sosyal rolünün “özgürlüğü” hedef olarak kalır. Fakat bu sosyal rollerin bu “özgürlük” ideolojileri çerçevesindeki özü kurbanlıktır. Bu yüzden acı çeken yanlışların tekrarı “kurbanların” asla ne olduklarını unutmamalarını garanti etmek için tekrar ve tekrar söylenmek zorundadır. Bu “radikal” özgürlük hareketleri korku havasının hiçbir zaman kaybolmamasına, ve bireylerin kendilerini zayıf ve kuvvetlerini gerçekte kurban edilişlerinin kaynağı olan sosyal rolleri içersinde görmelerini garanti etmeye yardım eder. Bu şekilde, bu hareketler ve ideolojiler tüm otoriteler ve tüm sosyal rollere karşı etkili bir isyan olasılığını engelleme davranışında bulunurlar.

Gerçek isyan hiçbir zaman güvenli değildir. Kendilerini kurban rolleri açısından tanımlamayı seçenler tam bir isyanı denemeye cesaret edemez, çünkü rollerinin güvenliği tehdit edilecektir. Fakat Nietzsche’nin söylediği gibi: “En büyük verimliliğin ve varoluşun en büyük zevkinin sırrı tehlikeli bir şekilde yaşamaktır!” Yalnızca kurban edimin bilinçli bir reddi, korku ve zayıflık içersinde yaşamanın reddi, ve kendi tutku ve arzularımızın kuvvetinin, tüm sosyal rollerin ötesinde yaşayabilen, ve tüm sosyal rollerden daha büyük bireyler olarak kendimizin kuvvetinin kabulü, topluma karşı eksiksiz bir ayaklanmanın temelini sağlayabilir. Bu tarz bir ayaklanma elbette, kısmen, öfkeyle körüklenir – feministleri, ırksal özgürlükçüleri, homoseksüel özgürlükçüleri ve otoritelerden “haklarını talep eden” benzerlerini motive eden gürültülü, kızgın, hüsran dolu kurban öfkesiyle değil. Daha ziyade zincirleri çözülmüş arzularımızın öfkesidir, tam güçte ve gizlenmemiş bastırılmış duygunun dönüşüdür. Fakat esas itibariyle tam bir isyan, özgür oyunun ve maceradaki hazın – toplumun bizden yoksun bırakmayı denediği çarpıcı yaşam için her olasılığı araştırma arzusunun – ruhuyla körüklenir. Bütünüyle ve sınırlamasız yaşamak isteyen hepimiz için, zaman, duvarlar içindeki utangaç bir fare gibi yaşamaya göz yumabildiğimizde geçmiştir. Kurban edim ideolojisinin her biçimi bize utangaç bir fare gibi yaşamayı önerir. Onun yerine, haydi çıldırmış ve gülen canavarlar olalım, neşeyle toplumun duvarlarını yıkan ve kendimiz için hayret ve şaşkınlığın yaşamlarını yaratan.


Feral Faun